İnsan, doğası gereği inanmak zorunda mıdır?

Tanrıya inanan insanlar genellikle ; şöyle savunmalarla gelmektedirler;

“İnsanlar, yüzyıllarca Tanrıya inanmışlardır”

“Bugüne kadar hiç bir toplum yoktur ki inançsız olsun.”

“İnsan, acizdir. Tanrıyainanmak doğasında vardır”

Bu gibi iddaları desteklemek için yayımlamış olan makale veya yazıları delil olarak sunarlar.

İnanmayı (sözde) bilimle destekleyerek;

İnançsız olmanın mümkün olmayacağını…

Tanrıya inanmayacaksak neye inancağımızı…

İnançsız yaşayan insanın da aslında inanmamaya inandığını…

İnançsız olan kişilerin müthiş bir boşlukta/dengesizlikte olduğunu idda ederler.

Türkiye’deki bu durum tamamen islamda ki ‘fıtrat’ inancına dayalı olarak ortaya çıkan ”her insan müslüman (yada inaçlı) doğar” saçmalığına dayalı temelsiz ve mantıksız sözlerdir.

Din, bireye doğuştan gelen bir bilgi/veri değildir.

İnançlar ya da inançsızlık bireylere doğumdan sonra sosyal çevrenin etkisiyle kazandırılmıştır.

Bu önermeye destek olmak için bir kaç örnek verilebilir;

İsveç, Norveç gibi ülkelerde “ateist” nufus toplumda yaygındır.Buna bağlı olarakta Bireyler gelişimlerini gösterdikleri süreçte eğilimleri “inançsızlık” üzerinedir.

İran gibi ülkelerde ya da Hıristiyanlığın yaygın olduğu üllkerde ise bu durum yine aynıdır.Yani İran’ daki bireylerin islam’a yönelimi artar.

Bu örnekle toplumun inanç konusunda (ve bir çok konuda) belirleyici rolü olduğunu anlamak mümkün…

O zaman insan “Doğuştan Müslümandır” veya “İnanç, insanın doğası gereği olmak zorundadır.” gibi önermelerin temelsiz olduğunu görmekteyiz.

Hatta biraz daha ileri “doğası gereği” her birey “doğuştan” ateisttir, diyebiliriz…

Daha sonra sosyal çevrenin dayatmalarıyla veya doğa olaylarını anlamlandıramayarak asgari düzeyde (en azından) bir “bilinmezlik” halinden kurtulmak için bir “tanrı” kavramına ihtiyaç duyar.

Tanrı ihtiyacı aslında doğa olayları karşısındaki olaylara ya da bilmediklerimize cevap vermez.

Çünkü;

Tanrı bir kavram değil kelimedir…

Tanrı, kendisini açıklamaya muhtaç olandır.

Tanrı, kendisinin açıklanmaya muhtaç olandır.

Tanrı; açıkladığı idda edilen problemlerden (Evrenin başlangıcı, Canlılığın kökeni vb.) daha büyük bir muammadır.

Bir sorunun cevabı olarak “Tanrı ya da Tanrı yaptı” demek aslında bir cevap değildir. “Bilmiyorum” ifadesinin allanıp, pullanarak gizlenmesidir.

Bilmiyorum demek tanrı demektir.

Tanrı, insanların bilmedikleri sorulara tanımını bilmedikleri bir kelimedir.

Örneğin;

A-Evren nasıl varoldu?

B-Tanrı yaptı.

A- Canlı nasıl oldu?

B- Tanrı yaptı.

Görüldüğü gibi sorulara cevap verilmiyor…

Henüz bilmediğimiz bir soruya cevap olarak “Tanrı yaptı” dersek ne öğreniriz?

HİÇ

Peki dünyadaki milyarlarca insan farklı farklı dinsel temalar altında bile olsa neden inanır?

Kısaca; korku, sonsuz hayat, vaat edilen tasvirler en önemlisi üst tabakanın toplumu kontrol altında tutmak istemesi…

Mesela İslamiyet’ i ele alalım…

Bir müslüman neden inanır?

Toplum;Toplumda statü edinmek,toplumdan dışlanmamak, topluma uyum sağlamak…

Korku; İnkar edenlerin, inanmayanların cehennemde sonsuza dek yakmakla/cezayla tehdit etmek.

Sonsuz hayat; Cennet/cehennem tasvirlerinde bahsedilen tema…

Bunlardan en önemlisi “korku’dur”.

Korku, bireyi yönlendiren gizli bir güçtür. Bunun için İslam’ da “teslimet” ya da “Şüphe etmemeksizin koşulsuz, ön kabul şeklinde ‘Allah’a teslimet’ vardır.

Teistlerin veya tanrı inancına sahip olanların en sık geldiği argümanlardan birisi ise “Ancak, dengesiz veya boşluktaki kişiler inançsız olur.” anlayışıdır.

İnançsız/Ateist olmak Türkiye’de teistlerin sandığı kadar kolay bir durum değildir.Her şeyden önce sosyal çevrenin dayatmalarıyla oluşan “inanmazsan yanarsın” diyen yaratıcı oldığı idda edilen Allah’a adlı bir tanrıya karşı geleceksin.Bu bireyde müthiş bir cesaret gerektiren bir davranıştır.Çünkü az önce de dediğim gibi “korkularımız bizleri yönlendirir”.

Bir kişinin kendisine ateist demesi için, ne evrenin ve hayatın kökeni gibi soruların cevabını vermiş olması şarttır, ne de Tanrı’nın varolmadığını kesin anlaması şarttır.

Ateist olarak nitelendirilmek için gerekli ve yeterli koşul, kişinin Tanrı diye birşeyin varolduğunu düşünmek için ortada geçerli bir sebep olmadığını anlaması ve Tanrı diye bir kavrama ihtiyaç olmadığını görmesidir.

Bu koşullar yerine geldiğinde, kişinin pozisyonu ateist pozisyon olarak isimlendirilebilir. Tanrı diye bir kavrama ihtiyaç olmadığını anlamanın birinci yolu, normalde insanların açıklamak için Tanrı kavramına başvurduğu pek çok konunun oldukça tatminkar bilimsel açıklamaları da olduğunu anlamak, ikinci ve bence daha önemli yolu ise, Tanrı denen kavramın bir açıklayıcılığı olmadığını, bu kavramın içi boş ve sadece psikolojik kaygılara hitap eden bir açıklama olduğuna yukarıda değinmiştik.

Bir ateistin en önemli sorumluluğu kendine karşıdır. Bir ateist kendi kişisel gelişimini sürdürmeli, donanımını arttırmalıdır. Peki neden?

Ateistin karşısında çok büyük güçlükler vardır;

- Zor anlarında sığınacağı bir tanrısı yoktur, dua edemez, yardım bekleyemez…

- Ölümden korkmamayı öğrenmesi gerekir.

- Haksızlıklara karşı beddua edemez. “Allah belalarını verecek nasıl olsa” diyemez. Eğer bir haksızlık karşısında samimi olarak endişe duyuyorsa bizzat eyleme geçmek zorundadır. Bu yüzden sorunları iyi analiz edecek bir düşünsel yapıya sahip olmalıdır. Zira yanlış koyulmuş teşhisler sadece bunalıma yol açar. İnsan kendini çıkmazda hisseder.

- Doğayı tanımak ve kabullenmek zorundadır. Hayat acıdır, acımasızdır. Ölüm, evrimin vazgeçmediği bir enstrümanıdır. Evrim ölümsüz canlılar tasarlamaz. Evrimin temeli doğanın seçmesidir. Birbirlerini eze eze, öldüre öldüre hayatta kalabilmiş olanların soyu olmayı kabullenmek ve hazmetmek gerekir. En ağırı budur. Hümanizme buruk bir gülümseme ile baktırır bu gerçek…

- Sevgi, bağlılık, aşk, tutku ve erdemlerin kaynağını nerede arayacağını bilmesi gerek. Bu konuda en ufak bir şüphesi olmamalı. Yani insanın evrildiğini kabul edip sonra sevginin kaynağını ilahi, spiritüel vs. nedenlere bağlayan biri ateist olabileceğini düşünemiyorum.

- Ateizm insanın kendisiyle mücadelesi sonucunda ulaştığı bir noktadır. Ateistliğini ideolojisinden alan biri ateist olamaz. Bir doktrine inanıp onun gereğince tanrı kavramını reddeden biri tanım olarak ateist sayılsa da gerçekte ateist değildir. Önce bir dine bağlı olup sonradan ateist olmak bir iç hesaplaşmanın sonucudur. Bu hesaplaşmayı herkes kişisel olarak yapmak zorundadır. Ateizm bir kabul değildir. “Tanrı’yı bir reddedelim, sonra neden reddettiğimizi düşünürüz” şeklinde bir düşünce hastalıklıdır.

Tüm bu güçlükleri düşündüğümüzde bir ateistin ayakları yere basar bir hale gelebilmesi için kendini geliştirmesi gerektiğini görürüz. Kendi düşünce bütünlüğünü oluşturamamış birinin başkalarına faydası olamaz.

- İdeolojisi emretti diye ateist olanlar

- Takdir ettiği, sevdiği bilim adamı ateist diye ateist olanlar

- Umutsuzluktan, psikolojik sarsıntılardan dolayı ateist olanlar

- karizmatik olmak için ateist olanlar

- Ateist bir ortamda büyüyüp ateizmi anlamadan ateist olanlar

vs. vs.

Bu insanlar,

- Dayanakları çökünce (ideolojileri çökünce, sevdikleri bilimadamı teist olunca vs.) çözülürler.

- Paranormal deneyim sandıkları birşey karşısında çözülürler

- Bir yakınlarını kaybettiklerinde çözülürler

- Ölümle yüzyüze gelince çözülürler

vs. vs.

O yüzden ateistim diyen kişi oturup kendi ile adam akıllı hesaplaşmalı. Bu hesaplaşma da ezber bilgilerle olmaz, kendiniz kandırıp “ben ateistim, çünkü ateist olmalıyım” demeyin. Kendini kandıran ateist olamaz.Cahilden ateist olmaz.

Özetle, bilmeyen inanır, bilen inanmaz.

Esenlikle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder