Kapitalizmin Evreleri

Kapital: para/maddiyat

Kapitalizm: Para/maddiyat üzerine kurulu sistem.

Kapitalizmin tarihine baktığımızda aslında bugünkü anlamıyla tüketim üzerine kurulu olmadığını görüyoruz. Yazının başında “uleyn bu çocuk kapitalizmi övüyor” anlayışını gütmeyelim. Bu sistemin ne kadar “boktan” olduğunu anlatıyorum zaten sürekli… Yazıda bu bokun tarihine, temellerine, gelişimine yönelik cümleler sarf etmeye çalışacağım…

Kapitalizm ilk olarak tüketmek değil üretme üzerine kurulmuştu…

Kapitalizm kırsalı çok iyi çözmüştür. Yıllardır ve bugün de devam eden kırsaldan kentlere göçün temelinde ekonomik problemler yatmaktadır.Sistem, insanları yığmaya tabi tutar. Kırsaldan şehirlere göçe zorlar, mecbur bırakır… Şehir popülasyonu artınca da insanları bir araya topladıktan sonra da imaalat sanayisini oluşturur. Başlangıç temelleri kabaca bu mekanizmadadır. Üretmektir aslında…

Bu kırsal yaşamla kent yaşamı arasında çok şey söylenebilir tabi ki… En bariz sosyolojik örneği; kırsalda insanlar genelde birbirini tanır, akraba ilişkileri yoğundur, ilişkilerin mahremiyeti vardır, yabancı yoktur neredeyse… Tarihten bu yana kırsaldaki “yabancı” tanımı ya seyyahlardır ya da tüccarlardır. Belki de tüccarlar bu yüzden sevilmez (: Hem seyyahlar, hem de tüccarlar yabancı oldukları için pek sevilmez, içselleştirilmez. Şehirler de isi bu durum farklıdır. Atıyorum 20 yıllık üst kat komşunuzu bile tanımazsınız. Bir yere gitmek için bindiğin otobüstek, dolmuştaki vs. yolcuyu tanımazsın.Yığınlar içinde yalnızsın… Haliyle ötekileştirme şansın da yok.Çünkü bir birlik yok, organize bir oluşum yok.

Bunun bu şekilde olması pek tabi ekonomik sorun temellidir. Ekonominin ev dışına çıkmasıdır. Aristo’ nun da bahsettiği “hane” kavramıyla bunun sosyolojik tespiti yapılabilir. Nedir bu hane ? Eskiden hanelerde insanlar çocuklarıyla, eşleriyle, işçileriyle vs. bir arada bir ilişki içerisindeydiler. Yani; hanede oturur, yatar ne biliyim alt katında şarap üretilen, zeytinyağı üretilen bir mekandır hane..Kapitalizm bunun dışına çıkarak ‘ekonomiyi kamusallaştırdı”

Kapitalizm, kısa zamanda az masrafla çok üretimi temel alır. Bu da iki yolla yapılır;

1- Üretim araçlarına yatırım yapmazsın.

2- İşçinin emeğini gasp ederek en düşük maliyetle çalıştırırsın.

Sermaye 1. yolu hiç bir zaman kullanmaz…

İşçiyi üreten bir meta olarak görür kapitalizm.

Üretiyorsun…

İşçiyi düşük ücretle çalıştırıyorsun…

Fakat satamıyorsun…

Bu da bunalıma sebebiyet verir…

Bu aşamada kapitalizm 2. evresinde geçmek zorundadır.

Kapitalist sermaye bu bunalımdan da Keynes’ in iktisat politikalarıyla kurtulmuştur.

Kabaca Keynes der ki ; “İşçiyi hem üreten hem de tüketen konuma getirin.”

İşçi sınıfı artık hem üretmektedir. Hem de ürettiğini tüketmektedir. Tüketim toplumu dediğimiz kavram da bu şekilde çıkmıştır.

Kapitalizm oluşumu itibariyle tüketimi kısarak üretimi fetiş haline getirdi. Keynes’ le birlikte ise üretim ve tüketim arasında; isstihdam politikasını, damarlarını, bununla gelen demokrasiyi, araçları vs. türetmiştir. ABD’ de başlayan bu “tüketme” manyaklığını aslında Avrupa bile geç kazanmıştır. Sonuçta Avrupa’ daki halk bisikletle işine, okulana giden bir yapıdaydı… Baktı ABD’ de koca koca jeepler, lüks ürünler vs. kullanılmakta, zamanla kendileri de bu tüketime teslim oldu. Böylelikle modern Dünya’ da şehir hayatı tüketime açılmıştır.

90′lı yıllarla gelen bir değişim de söz konusu…

Sermaye tarihinde yeni bir şey ortaya çıkıyor. Sermaye, finans sermaye olarak yeni bir damar üzerinden gelişiyor bu tarihlerle…

Finans sermaye, gölge ekonomi diye de bilinir. Ekonomi 2 türlüdür. Birincisi reel ikincisi gölge… Bunu biraz açacak olursam ; Mesela bir ülkede 100 liralık üretimimiz var. Tedavülde de 100 lira olsun… Bu iyi bir şey gibi gözükebilir (?) Sermaye diyor ki “Tedavülde olan 100 değil de 150 lira olsun ki sermaye kendini yeniden finanse edebilsin.” Hatta bu tutum o kadar abartıldı ki bugün varılan sonuç çok vahşi… Dünya’ da 6.5 milyar insan üretim yapıyor. Bu üretimin karşılığı 66 trilyon. Fakat piyasada gezen para 660 trilyon !

Marx: “Ploreteryanın zincirlerinden başka kaybedeceği bir şey yoktur.” der. Bugün insanların bunu anlamamasına şaşırmamak gerekir. Çünkü kapitalizm insanlara “kazancaklarını” vaat eder… Tüketici de daima kazanacağını tasvir eder.

Kazanacağı bir şeyi kaybetme korkusu, kazandığı bir şeyi kaybetme korkusundan daha büyüktür.

Bu yeni bir pskilojidir…

Hal böyle olunca da dolayısıyla tüm kurumlar çöküyor ! Siyaset ,artık kendi dilini bulamıyor. Halkta haliyle siyasete ve siyasetçiye güvenmiyor, güvenemiyor…

Kılıçdaroğlu “yoksulluk” üzerine sloganlaşmış siyaset yapıyor (benzerleri de var) Bu ifadeler 70′lerde bir anlam ifade ederdi. Kapitalizmin yeni dünyasında bu yöndeki siyasetle bir adım atılamaz. Çünkü halk yoksul olduğunun farkında değil. Eskiden yoksulluk; kabaca örnekleyecek olursam şöyleydi; “Evinde çamaşır makinesi olan zengin, olmayan yoksuldu.” Fakat bu söylem günümüzde içeriğini değiştirmiştir. Belki de günümüzdeki tema makinenin olup olmaması değil onun modelleridir… (?) Kapitalizm evreleşti ama bizimkiler hala geçmişte… Nostalji müptelaları (:

Küreselleşme adı verdilen değişim Dünya’ da internetle vahşileşmiştir, diyebilirim. Finans kapitalini bu derece azgınlaşmasında online teknolojinin etkisini görmezden gelmemek olmaz. 19. yüzyılda atıyorum Hollanda, Endenezya’ da da banka açabiliyordu. Fakat işlem yapmakta, işlemleri hızlandırmakta sıkıntı vardı. İnternet gölge ekonominin azgınlaşmasını sağladı. Şöyle; Ben oturduğum yerden bir tuşa basarak atıyorum 100 doları anında ABD’ ye gönderebilirim. Ama ! Ben gidebiliyor muyum ABD’ ye ? Hayır ! Orada bana “Dur ! ” diyor. Sen gidemezsin, diyor… Yeni sağcılar ya da liberaller bu çelişkiyi bana anlatabilir mi? Küreselleşme diyorsunuz, sınırlar kalktı diyorsunuz… Güzel. Param gidiyor ama ben gidemiyorum. Küreselleşen ben değilim, Dünya değil ! Para.

Marx aslında dinsel bir şey de söylüyor; “Dünya insana vaat edilmiştir.” ya da “Kazanacağımız bir Dünya vardır.” demekte… Dünya, benim evimdir. Her yere gitmeliyim, görmeliyim… Ne bileyim (?) Yenmeli, yenilmeliyim… neyse artık Dünya’ da kendi evimdeki gibi dolaşmalıyım… Fakat kapitalizm orada bana dur diyor. Diyor ki ” Emek, insan, sen otur oturduğun yerde… Paranı gönder, paraya sınır yok… Sermaye evindeki gibi serbestçe dolaşır ama sen dolaşamazsın.” Bu müthiş bir paradokstur…

Tarih, insanın doğadan bağımsızlığını elde etme süreçlerini anlatır.

Alet yapıyoruz, medeniyetler kuruyoruz… Doğada, doğadan ayrı bir Dünya kuruyoruz. Yeni kurduğumuz Dünya’ da da bağımsızlığımızı yaşamıyoruz. Çünkü, o Dünya’ nın içerisinde yeniden bağımlı hale geliyoruz. Dolayısıyla tarihimizin öznesi olmamız gerekirken nesnesi oluyoruz.

Günümüzde “Ben nasıl tarihimin öznesi olurum?” sorusuna cevap veremeyen her anlayış bence anlamsızdır.

Tüketim, beni yeniden nesneye bağımlı kılıyor. Onun bana bağımlı olması gerekirken o benim için alet olması gerekirken, ben onun için bir şey oluyorsam burada ciddi anlamda bir sorun var demektir. Bir söz vardır ” Sahip olduklarınız sonunda size sahip oluyor.” Haksız mıyım? Çalış – tüket anlayışının dışına çıkılıyor mu ? Bunu bana “İnternetimle her yere gidiyorum” ile anlatamazlar!

Kapitalizm hiç bir zaman yumuşak olmamıştır. Benim ayağım taşa takılsa bu devirde kapitalist sermayeden bilirim (:

Bildiğimiz gibi sistemin savaş ve barış dönemleri vardır. Savaş dönemleri paylaşım dönemleridir. En büyük kar savaştır kapitalizmde… Kapitalizm anlayışının hakim olduğu ülkeler savaşla tatlı talı karlar elde etmektedir. Savaşın ama kendi aranızda değil ! Mesela gidin Irak’ a saldırın, gidin Vietnam’ a saldırın. Ama kendi aranızda kapışmayın…

Sistem savaşı o derece meşru hale getirmeye çalışmaktadır ki. Her günümüz savaş damarlarıyla geçmekte… Füze kalkanı vs. İnsanlar ruhen, psikolojij olarak her gün savaş etkilerine alıştırılıyor. Savaş sırandanlaşıyor, basitleşiyor… Paylaşımı halka meşru göstermek bu similasyonlar vs. belki de insanları savaştan daha travmatik bir hale sokmaktadır.

1 yorum:

  1. "Sahip oldukarınız sonunda size sahip oluyor" gibi yine Fight Club'tan:
    Burada, yaşayan en güçlü ve en zeki erkekleri görüyorum. Bunu yavaş yavaş öğreniyoruz.
    Bu potansiyeli görüyorum. Ve hepsi heba oluyor. Lanet olsun!..
    Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor yada beyaz yakalı köle olmuş.
    Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde...
    Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp, gereksiz şeyler alıyoruz...
    Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız yada yerimiz yok.
    Ne büyük savaşı yaşadık nede büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş.
    En büyük buhranımız hayatlarımız...
    Televizyonla büyürken milyoner film yıldızı yada rock yıldızı olacağımıza inandık ama olmayacağız.
    Ve o yüzden çok çok kızgınız...

    YanıtlaSil