Şiddet'sizlik




Çocukken "kardan adam" yaptığımda eriyene kadar bozulmazdı.
Şimdi çocuklar yapıyor, 1-2 saat sonra sokaktan geçen biri kafasını parçalıyor, tekme atıyor.

Şiddet!

Şiddet, insanlık tarihi kadar eskidir. İkisini birbirinden ayırmak öyle kolay bir şey değildir. Bu tarihsel olguyu ekonomik, politik, sosyolojik açıdan değerlendirmeden, kişilerin birbirlerine verdiği mesajlara kafa yormadan, devletin uygulamalarına bakmadan, ortaya çıkan mücadelelerin tahlillerini yapmadan sağlıklı sonuç alamayız ve bu konuları tartışmaya devam ederiz.

Günlük hayatımızda sayısız örneklerini yoğun bir şekilde görmekteyiz.Ailede, okulda, sokakta, askerde her gün karşılaşıyoruz. 8-9 yaşlarında bir çocuğun oyun yüzünden arkadaşıyla anlaşamayıp eve giderek aldığı ekmek bıçağıyla arkadaşını öldürdüğünü bile duyduk...

1980'lerin ideolojik yönü olsada bir yandan da insanların içindeki şiddetlerini dışa vurdukları dönem olarak da tanımlayabiliriz. Çünkü şiddetsiz sadece politik bir algısı olsaydı, bir günde hızlıca kesilip ilerleyen yıllarda bu derecede depolitizasyon başlatılıp, başarılı olamazdı. Farklı biçimlerde çeşitli iletişim yollarıyla, o politik duruşun sergilenmesi beklenmezdi.

Sözün bittiği yerde şiddet başlar. Ülkemizde baştan ayağa bir çok insan sorunlarını şiddetle çözme eğilimindeler Bu özellik bugüne özgü değil 80' li yıllarda da durum böyleydi. Politik çözümlemeler de bile fanatikliğe varacak şekillerde örnekleri gördük. Bu anlamda "şiddet" aslında bir şekilde insanların kendilerini bir "şeyin" içerisinde görme yollarından biridir. 80'lerde şiddetin, bir başı veya sonu düşünüldüğünde makul gerekçelerle asgari düzeyde açıklanabiliyordu. Fakat bugün şiddet tanımlanması zor, amorf bir biçimde hayatımıza yansımaktadır.

Güvenlik paranoyası üzerine kurulu olan "şiddet karşıtı" söylem ise aslında şiddeti kalıcı hale getirir. Varolan şiddeti kendinden soyutlayarak, kendi dışında tutmaya çalışırsın. Onunla ilişkini kesiyorsun ve onun senden uzaklaşmasını istiyorsun. Şiddetsizleşmeyi benimsemek yerine şiddetin kendinden ızaklaşmasını talep ediyorsun. Oralarda bir yerlerde şiddet olabilir ama benim hayatıma girmesin, biçiminde yaklaşılıyor. Şiddet, varoşlarda kalsın, o insanlar maçlara gelmesin, bu tip yerlere doğru düzgün adamlar gelsin vs.vs. benzeri taleplerde bulunarak, aslında şiddetin meşrulaşmasını sağlıyoruz ve toplumun bir kesimini şiddetin merkezine itiyoruz bu da işi daha tehlikeli bir noktaya sürüklüyor.

Sanki şiddeti bizden uzak tutunca ortadan kalkacakmış gibi düşünüyoruz.

Şiddetin başı çeken nedenleri arasında ekonomi şüphesiz en önemlisidir. İnsanlar işsiz kaldıkça geleceğe dair beklentileri olmuyor. Geleceğini göremeyenin, kaybedecek bir şeyi yoktur. Dolayısıyla insanlar düşünmeden bıçağı saplayabiliyor. Şiddet, bizden arınmış değil, sadece bizle yüzleştiği yerlerde problemler çıkıyor. Şiddet uygulamada maliyet ve sınıfsal özellikler de önemlidir. Dediğim gibi bazılarının bıçağı sapladığında kaybedecek bir şeyi yoktur. Kimileri de toplumdaki statülerinden dolayı belki bıçak saplamıyor ama gidip karısını, çocuğunu dövebiliyor. Bunun pek eğitimlede alakası yok. Çünkü eğitimli insanlarda da bu görülüyor. Bu bireyin dünyaya bakışıyla, sahip olduğu değerlerle alakalı bir durum.

Çok değil 20-30 yıl öncesine baktığımızda insanların sosyal hayatı, hobileri vardı. Artık insanların böyle bir hayatı yok. Herkes tek tip hale geliyor. Baştan ayağa bozuk eğitim sistemimizde "sınav ile ölçme" ve her 100 kişiden sadece 10' unun üniversiteye girmesi, geride kalanlar insanların bir kenara itilmesine sebep oluyor. Onlarda kendilerini ifade etmek için şiddete başvurabiliyor. Bu insanlarda mesela stadyumlara gidiyor. Türkiye' de neden futbol bu kadar ilgi çekiyor ?

Sporun böyle bir yönü de vardır. Olimpiyatlar vs. sadece barış için yapılmaz, insanların içinde olan şiddetin kamufle edildiği bir alandır. Bunun adı psikolojideki adı "yüceltme"dir. Buna daha somut bir örnek verecek olursam: saldırma eğiliminde bir kişiliğiniz var bunu boks yaparak açığa vuruyorsunuz. Spor bu enerjinin açığa çıkmasının yöntemlerden birisidir. Ülkemizde insanlar spor yapsa bence şiddet bu derece görülmez. İnsanlar o enerjilerini sokakta boşaltana kadar spor yaparak boşaltabilirler.

Şiddet, aynı zamanda bir "dil"dir. Bağırabilirsin. Sesini yükselterek başka birinin üzerinde etki yararatmak isteyebilirsin. Şiddeti bir güç olarak kullanabilirsin. Kamoyunda meşrulaştırılanda bu zaten! En azından siyasi liderlere bakın, bunu görürsünüz. Bir başkasını bir şey yapmaya zorlamak, hakimiyet kurmak lider olmak için kullanılıyor. Şiddetin kendisinde de bu var: güç ve egemenlik. Kişisel şiddette de var toplumsal olanında da... Biat ettirmek, emeğine el koymak, hayatını kontrol etmek...
Gücün ve egemenliğin karşısında hizmet ve itaat ilişkisi yaratılıyor. Ekonomik, politik, cinsel bir çok konuda bu ilişkiden bahsedebiliriz. Mesela Amerika; bir ülkeyi işgal ediyor, hakimiyetini kuruyor, güç ve itaat ilişkisini kullanarak şiddet uyguluyor hatta şiddeti meşrulaştırıyor. İşin ilginç yönü ise; güç ilişkisi olarak, şiddeti kullananlar aynı zamanda ötekine "Sen şiddeti kullanamazsın, o benim tekelimde" mesajını vererek insanlar pasifleştirerek itaatkar olmasını sağlıyor.

Şiddet, insanları birbirlerinden uzaklaştırarak, düşman haline getiriyor. Kimilerimiz şiddeti meşru hale getirmek için: "Şiddet, doğanın bir parçasıdır." demekteler. Bunu diyenler genellikle insanların sosyal yönünü görmeyen kişilerdir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden birisi de yaptığı sosyal üretimdir. Toplumsal ilişkilerin düzeyi farklılaştıkça şiddetin biçimi de değişiyor. Antropolijik anlamda insanlık tarihine baktığımızda uzun yıllar boyunca insan ilişkilerinde şiddet ön plana çıkmamıştır. İnsanlar doğayla daha iç içe oldukça şiddetten uzak duruşmalardır. Eğer şiddeti doğadan aldıysak o dönemlerde şiddete daha çok eğilimli olmamız gerekirdir. Bu sebeple doğadan kendimizi soyutladıkça şiddeti yaratıyoruz. Doğa olayları karşısında insanlar yardımlaşarak hayatta kalabilmiştir.

İnsanın insanı sömürmesiyle, insan doğadan uzaklaştıkça şiddeti açığa çıkarmıştır. O dönemde güçlü olan zayıf olanın elindekini almak için gırtlağını yapışıyordu. Aman, dilemezse öldürüyor, dilerse köle konumuna geliyordu. O gün gırtlağa yapışan bugün zayıf olanın emeğini sömürüyor. Bugün zenginlik, yoksullara uygulanan en büyük şiddettir.Dün kılıcın, mızrağın yarattığı köle ile efendi ilişkisi bugün; piyasalaştırmayla, eğitimle, ahlakla vs. olgularla devam etmekte. Şiddetin hayatın her alanında uygulamakta. Böyle bir atmosferde de bireyden bahsedemeyiz. Çünkü haklarını elde edememiş, özgün olamayan, emekleri gasp edilen birey değil kişidir. Kişi, çalışırken eşitsizliği yaşıyor. İşsizken anlamsızlığı yaşıyor. Kendi durumundan ve çevresindeki insanlardan uzaklaşarak sorunun kaynağı toplumsallığın açık şiddet boyutuna taşınıyor. Zabıta, seyyar satıcıyı dövüyor. Polis, işçiyi dövüyor. Öğretmen, öğrenciyi dövüyor. Hayatın her alanında faşist yapılarla karşılaşıyoruz. Egemenler istediği toplum güdülebilir toplumdur. Birbirimize uyguladığımız şiddet sayesinde sistemi ayakta tutuyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder