Türkiye Cumhuriyeti ve Kürtler

Tarihsel hafızamızı yoklayıp ulus temelli devletlerin ilk kuruluşlarına baktığımız zaman karşımıza milliyetçilik ile yoğurulmuş devletler çıkar.
Bu ulus-devlet modellerin özellikle 1.Dünya savaşı sonrasında Avrupa coğrafyasında faşizan niteliklere dönüştüğünü görürüz.

Türkiye Cumhuriyeti’ nin kuruluşu da böyle bir Dünya atmosferde olmuştur…

Anadolu coğrafyası bildiğiniz gibi çeşitli kesimlerden insanların olduğu bir mozaiktir…

1924 Anayasası ile Mustafa Kemal, yetkileri tek elde toplayan, merkezi bir devlet kurma amacında olduğu için tek dilli, tek kültürlü, tek milletli homojen bir ulus yapısı sağlayan hukuksal bir zemin oluşturmak istemiştir.

Şeyh Sait isyanını fırsat bilen Mustafa Kemal 1925-1936 yıllarını kapsayan toplamda 11 adet kanun çıkartmıştır.
Bu kanunlarla birlikte baskı rejimi kurulacak ve azınlaklar yok sayılacaktır.

Hatta o dönemde İsmet İnönü şunları da demiştir: “Biz açıkça milliyetçiyiz ve milliyetçilik bizim yegane birlik unsurumuzdur. Türk ekseriyetinde diğer unsurların hiçbir nüfuzu yoktur. Vazifemiz Türk vatanı içinde Türk olmıyanları behemehal Türk yapmaktır. Türkleri ve Türklüğe muhalefet edecek nasırı kesip atacağız.”

Tabi bu mantıkla hareket edilerek Tahrir-i Sukun Yasası, Şark Islahat Planı ve İskan Kanunu gibi yasalar çıkartılmıştır.
Böyle bir ortamda tek kültürlü, tek dilli homojen bir ulus devleti yaratmak için İstiklal Mahkemeleri kurulmuş ya da azınlıkları asimile etmek için devlet eliyle “Vatandaş Türkçe Konuş!” gibi çeşitli kampanyalar yürütülmüştür.

Devletin kültürleri yok etme anlayışına karşı gelen vatandaşlar ise ya bulundukları yerde İstiklal Mahkemelerin tarafından infaz edilmiş ya da sürgün edilmiştir.
O dönemde ve sonrasını takip eden yıllarda devlet eliyle bir çok köy yakılımış, bir çok kişi yurt dışına çıkmak zorunda kalmış veya infaz edilmiştir.

Yani devlet kurulduğu günden beri kendi evlatlarını yok etmiştir.

Atatürk’ ün ölümünden sonra İsmet İnönü’ nün olduğu yıllarda bu kıyımlar ve yıkımlar devam etmiştir.
1938’ den 1950’ ye kadar bu topraklarda tam anlamıyla sessizlik dönemi yaşatılmıştır…

Çok partili döneme girerken 1946 seçimlerinde DP 61 milletvekili ile meclise girmeyi başardı.
Bu dönem de açık oy-gizli sayım faciası vardır. Buna rağmen DP meclise girmeyi başarmıştır. Tabi bu ülkenin çeşitli yerlerinde halkın sandıklara yapışarak açık sayım yapılmasını sağlamasıyla olmuştur.
1946-1950 arası dönemde DP 61 milletvekili ile mecliste iyi muhalefet yapmıştır.
Daha öncesinde Tahrir-i Sukun kaldırılmıştı 1947 yılında ise İskan Yasası kaldırılmıştır.
İskan Yasası’ nın kalkmasıyla birlikte sürgünde bulunan Kürtler de tekrar topraklarına gelmiştir.
İşte bu yıllarda devlet, eski feodal yapının sürdürülmesinin anlamsız olduğunu düşünerek hatta zorunlu olarak agalarla, aşiretle ittifak kurmuştur. Bu ittifakın sağlanmasındaki en önemli unsur hiç şüphesiz ki çok partili hayata geçilmesidir.
Ağalar veya aşiret liderleri okur-yazar ve yöneticilik vasıflarına sahip olmalarından dolayı siyasi partilerde, il veya ilçe başkanlıklarında ya da belediye meclisi başkanlıklarında rol almışlardır.

1950 yılında DP’ nın iktidara gelmesiyle birlikte kapitalizm bu topraklara girmeye başladı…

DP’ nin tarım politikalarıyla tarımda kapitalist ilişkiler yürütülmeye başlandı. Tarımdaki kapitalist ilişkiler ile birlikte ticari yaşamda da ilişlilerin değiştirilmesi sağlandı. Böylece iki kanatlı Kürt burjuvazisi oluşmaya başladı…
O günün toplumsal yapısını irdeleyecek olursak Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgede üniversite öğrenimi görmüş insan sayısının çok sınırlı olduğunu görürüz.
Bu Kürt aydınları çocuklarına eğitim imkanı tanımıştır ve zamanla binlerce Kürt aydın yetişmiştir.
Kürtler tarihsel mücadelelerinde artık yeni bir ivme kazanmıştır.Çünkü bu yetişen yeni nesil Kürtlerin sorunlarına son derece duyarlı bir haldedir.
Bugünkü Kürt hareketinin temelini o tarihlerde yetişmiş olan Kürt aydınlar atmıştır.

Tarımda ve dolayısıla diğer kollarda kapitalizmin gelişmesiyle köylerden kentlere göç hareketleri başlamıştır. Kentlere gelen proleter Kürtler şehirlerde gecekondulaşmanın oluşmasına sebebiyet vermiştir.

Dünya’ daki gelişmelere baktığımızda ise 2.Dünya Savaşı sonrasında ülkeler azınlıklarına imtiyazlar tanımak zorunda kalmıştır.
Mesela İspanya uzun yıllar boyunca Franco rejimi altında yönetiliyordu, Fransa, Belçika, İngiltere gibi ülkelerde faşizmin hakimeti altındaki halklar kendi varlıklarını ortaya koymak için mücadeleler veriyordu.
Halkların özgürlük mücadelelerini egemenler en sonuda görmek durumunda kaldı. İngiltere, İskoçlar ve Galler için imkanlar hazırladı…
Aynı şekilde Belçika, Flamanlar’ a imkanlar tanımak zorunda kaldı…
Hatta Flamanlar bugün Belçika’ daki en etkili gruptur…

Türkiye’ ye tekrar gelecek olursak, Dünya’ daki bu gelişmelerden Türkiye’ nin etkilenmesi beklenirdi. Fakat Türkiye’ de bu iç dinamikleri çalıştıracak işçi sınıfı gibi bir güç yoktu. Kürtlerde gerilla taktiğiyle çalışan PKK örgütünü kurdu daha sonraki yıllarda ise siyasi partiler kurarak mücadelelerine halen devam etmektedirler.

Modern Kürt hareketinin gelişmesi Türkiye’ de hem demokratikleşmenin zeminin oluşturması hem de evrensel anlamda kabul edilen değerlerin Türkiye’ ye taşınmasında etkili oldu.

Kürtler, bu tarihsel mücadeleleri sonucunda artık kendi varlıklarını hem Türkiye’ ye hem de Dünya literatürüne soktu.

Geçmiş yıllarda Kürtler inkar ediliyordu. Devlet azınlıkları tanımıyordu.
Fırat’ ın doğusuna geçmek yasaktı. Tabir-i caizse oranın Allah’ ı jandarma ve polisti. O yüzden herkesin boyun eğdiği, sessiz kaldığı dönemlerdi. Diyarbakır Cezaevinde insanlara kendi boklarını yedirdiler.
Çok acılar yaşadı o toprakların insanları…

Bugün Kürtler artık kendi varlıklarından – kısıtlamalar hala olsa da- bir şekilde bahsedebiliyorlarsa; bu olay , şu ya da bu hükemetin veya uluslarası gelişmelerin Türkiye’ ye yansıması sonucu değil bizzat bu konuda bedel ödemiş insanların emeği sayesindedir.

Bugün Türkiye’ de “Kürtleri” bilmeyen insan yoktur…
Bugün Türkiye’ de Kürtler gerek iş hayatında gerek sosyal hayatta aktiftir…

Ben Kürt değilim, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bir coğrafyada da yaşamıyorum…

Bence bugün Kürtler gelmiş oldukları aşamada daha önce aldatılmış olan Kürt feodallarinin (Lozan Konsferansında) durumuna düşmemek için demokratik hareketlerinde yeni bir strateji belirlemek durumundadırlar. Kendi iç dinamiklerinden çıkardıkları ve onları en iyi duruma getirebilecek durumu belirlemek durumundadırlar.

Bugünlerde sivil itaatsizlik eylemlerine başvuruyorlar…

Eğer kendi stratejilerini belirlemek durumunda zayıf kalırlarsa ne özerk yönetimi sağlayabilirler, ne anadilde eğitim görebilirler ne de kendi kültürlerini devam ettirebilirler…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder