Siyasal islam ve sosyalizm

Kapitalizmin barış ve savaş dönemleri vardır. Bu paylaşım dönemlerinde önceden din ve milliyetçilik unsurlarını kullanırdı… Fakat milliyetçiliğin emperyalizm karşısında ülkelerde bir direniş sağladığını görünce rotasını ekseriyette dine çevirdi. Yine de kapitalist sermaye paylaşım zamanlarında hem milliyetçiliği hemde din unsunu kullanmaktadır. Fakat tercihi genelde din olduğu için dinde birleşen bir halk kitlesiyle karşılaşmak istiyorlar. Din çizgisinde birleşen insanlara baktığımızda ise bir yoksullaşma sürecine girdiğini görüyoruz. Sermaye; bu, sınır tanımaz, vahşi düzenini egemen kılmak için girdiği bu ülkelerde bunu kabul edebilecek insan modelini oluşturmak zorunda. Çünkü bu sayede rant kazanacağı ülkedeki halkı kontrol edebilmektedir. Küreselleşme boyutunda bir dayatması var bu değerli değersiz olan sermaye sahiplerinin… Diyorlar ki ; “Ya bu kaynakları açacaksınız ya da aç kalacaksınız.”

Türkiye’ yle paralel hale getirecek olursam. İslam bildiğimiz gibi kaideler koyar ortaya. Müslüman olabilmek için asgari düzeyde 5 farz dayatmasını kabul etmek zorunda müminler… Tabi müslümanlık sadece bu 5 farzla kalmaz… Bu pek değerli değersiz kapitalist sermaye sahipleri ise sınır tanımaz yapılarını hakim kılmak için dinin bu unsurunu ayen beyan kullanıyor ya da kullandırtıyor… Hal böyle olunca da dini ister istemez siyasete alet ediyorlar. Hatta siyasal islam diye jargon bile ürettiler…

Tam da bu noktada biraz geriye gidip tarihimize bakmamız gerekir…

Türkiye’ nin bu konuyla ilgili iki önemli virajı vardır. Bunlardan biri 1970′ lı yıllardaki 12 mart ve sonrası süreç diğeri ise 12 eylül. Bu tarihlere sadece “askeri darbe” zihniyle bakmamak gerekir. 12 mart ABD kaynaklı. Türkiye’ de sosyalist sol’ un yükselmesi, 61 anayasıyla gelen geç kazanılmış özgürlüklerle beraber halk örgütlenmeye, bilinçlenmeye başlamış, Dünya konjöktüründe Sovyet dalgası bunun karşısında ise yeşil kuşakla ABD yer almaktaydı.Türban tartışmalarının da o günlerde çıktığını göreceksiniz. Bunun yanı sıra, toplu namaz ayinleri, sol kesime yönelik saldırılar, ‘kanlı pazar” … hepsi bu süreçte başlamıştır.Bu olayların hepsi İslam’ ın siyasallaşmaya başladığının göstergeleridir. Halka İslam ile sosyalizm arasında tercih mi dersiniz yoksa dayatma mı dersiniz bilemem ama hepsi bu dönemde sunulmuştur. O yüzden bu tarihlere “askeri darbe” demek kafamızı kuma gömmekle eş değerdir.

Toplumlardaki değişim insanlardaki gibi kısa vadede ve hızlı olmaz. Boyacı küpü değildir. O dönemde sosyalizm akımı zaten ülkede yeni yeni filizlenmeye başlamakta, topluma aktarımında, anlatımında zaman yeterli değildi kaldı ki bir de yeşil kuşak ABD’ nin etkileriyle sosyalizm bu ülkede dinsizlik şeklinde yansıtıldı. Buna karşılık da İslam yoksullara karşı bir çözüm projesiymiş gibi dayatıldı. Yani ABD istediği biat kültürünü kabul eden halkı yaratmak istedi ve yarattı da… Bu, 12 eylül cuntacılarıyla da desteklendi… Hepimiz Evren’ in halk kitleleri karşısında ayetler paylaştığını ve halkta “din elden gidiyor” anlayışı yarattığını okuduk, gördük, duyduk…

Eğer ki siz yoksul tebaanın okuma yazma hakkının bile 80 sonrası yaygınlaşmaya başladığı bir ülkede yaşıyorsanız o ülkedeki halkın ancak kulaktan kulağa söylenenlere inandığını, o konuşulanları gerçek sandığını az da olsa tahmin edersiniz.

Öyle değil mi?

Daha önceki yazılarımda da belirtiğim bir söylem var. Bu ülke kurulduğu gününden itibaren hep gençleri, aydınlarını yok etti… Siz gençleri, geleceği asıp işkence ederseniz bu ülkenin evlatlarını kaybederseniz. İnsanlarda doğal olarak çocuklarını kaybetmemek için astırmamak, işkenceye göndermemek için susar, konuşmaz, muhalefet etmez, muhafaza eder, korur… Ahmed Arif’ in dediği gibi “Bilmezlikten değil fukaralıktan” İnsanlara sadaka kültürüne alıştırıp bir lokma ekmek için canını dişine taktırman da cabası …

Korumak, muhafaza etmek tabi ki de din olgusu içerisindedir. Din eğer ki siyasal anlamda bir ideoloji ya da yönetim biçimi boyutuna dönüşmüşse, yaşama müdahale etmeye başlamışsa, sosyal ilişkilerden tutunda hayatın her alanına karışmaya başlamışsa… Öyle ki dükkanızı kaçta açacağınızdan tutun da, o dükkanızda neler satacağınıza kadar (dikkat ederseniz etek boyutundan bahsetmiyorum bile) karışıyorsa. Üretimden tutun da tüketime kadar söz sahibiyse eğri oturup doğru konuşmak gerekir cok ciddi söylüyorum o ülkede demokrasiden felan söz edemezsiniz. Bu tür şeyleri bir dayatma ya da baskı şeklinde uyguluyorsa ki uyguluyor en azından bunu şiddet yoluyla yapmaması gerekir…En azından! Bugün konuşulagelen “Mahalle baskı” diye bir zıkkım var. Hatta bunu siyasi mekanizmalar bile kullanıyor. Sonra da “demokrasi” kelimesini ağızlarına alıyorlar. Bununla da kalmayıp fkrini söyleyeni azarlıyorlar… Hatta trajikomik somut bir örnek verip burada bir parantez açarak; Bu ülkede anayasal anlamda “Eğitim ücretsiz ve herkesin hakkıdır” ilkesi vardır. Bu yasadır. Bir öğrenci “Eğitim ücretsiz ve herkesin hakkıdır” diye pankart açıyor 16 yılla yargılanıyor… Yani Anayasa da olan bir şeyi söylüyor sadece… Karşılığında 16 yılla yargılanıyor! Bunları yaptıkları yetmezmiş gibi bir de “demokrasi” diyorlar (?)

AKP anlayışıyla beraber sadaka düzeninin oluşmaya başladığını görüyoruz. Gidip sorunca “sosyal devlet” diyorlar. Ben yapılan kömür, makarna vs. yardımın karşı değilim. Yapılsın. Fakat bu sosyal devlet içerisinde yapılacaksa bu yardımı hukuki bir zemine oturtmalısın. Sen onu da yapmayınca bunun adı sadaka sistemi oluyor ve insanları partizanlaştırıyorsun. İslamcı bir parti bu sistemi onaylamak için adeta biçilmiş bir kaftandır.

Liberalleşme aslında bir nevi güçlünün ayakta kalması, güçsüzün ayıklanmasıdır. Bununla beraber gelen küreselleşme de bu paylaşımda Dünya bloklarında rekabete meyil veriyor ve sosyal hakların törpülenmesiyle sonuçlanıyor. Bu liberallerin akımı sosyal devlet anlayışıyla uyumlu değildir. Avrupa birliği ülkeleri bile bu akıma karşı sosyal boyutunu korumakta zorlanıyor, sosyal devlet adı altında yapılan hizmetleri piyasalaştırarak metalaştırıyor. Oraya harcanması beklenen bütçeyi de serbest ekonomideki sermayeye rakebet ortamı yaratması için tahsis ediyor. Bu durum ülkemizde de farklı değil. Hızla sosyal devlet devre dışı konuma getiriliyor…

Sınıfların oluşmasıyla beraber bu saydıklarımın da etkisiyle gelirlerdeki eşitsizlikte hızla artıyor, işsizlik hızla artıyor, tarım takla atıyor ama sosyal devlet adı altında yapılacak harcamlar da aynı hızda azaltılıyor. AKP; ise “sosyal dayanışma” sistemini nufuz ettirmek istiyor. Sosyal devletin halkıyla olan ilişkisinden hak ve sorumluluklar kapsamında ayırması gereken kaynakları, hukuki bir zemin oturtmadan, bütçe dışından AKP’ nin eliyle olmuşçasına dağıtıyor…

AKP; burada kendi “sosyal dayanışma” sistemini ikame ediyor. Normalde sosyal devletin vatandaşla ilişkisinde hak ve sorumluluk ilişkisi içinde bütçeden ayırıp vermesi gereken haklar (kaynaklar), bütçe dışından AKP’nin bir ianesi şeklinde veriliyor. Bunun kaynakları da, başta TOKİ olmak üzere inşaat projelerini alan müteahhitlerden, belediyelerden vakıflar, dernekler yoluyla devşirilen kaynakların islami motiflerle bezenip yoksula dağıtılması ve onu minnettar bırakma esasına dayanıyor. Bu minnettarlık, taban olmaya, militanlığa, partizanlığa tahvil ediliyor.

Sosyal devletin yerine AKP’ nin öne sürdüğü sadaka düzeni bazı islami yardım kuruluşları tarafından yapılmaktadır. Kapitalist sistem ile muhafazakarlık zaten taban tabana uyuşmakta. Bu sadece Türkiye için değil Dünya genelinde muhafazakar liberallerin benimsediği bir anlayış, ekonomiyi serbest halde piyasaya bırakması, vatandaşın haklar bazında sosyal durumlarda kendini ifade edemeyen, koruyamayan anlayış içerisinde çözmesi için ailesine, dini kurumlara vs. kanalize etme çabası bulunmaktadır.ABD’ de de bu hayırseverlik modeli uygulanmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’ de benimsenen yaklaşım ABD’ deki gelişmelerle uyum içerisindedir.

Devletin yapmadığı yardım, devletin dışındaki çeşitli hayırsever kuruluşlarla yapıldığında bu sosyal hak kavramıyla uyuşmaz. Sosyal hak, devlet eliyle hukuki bir zeminde bireyle olan ilişkiden ibarettir. Gönüllülük ilkesi bunun dışındadır. Bu gönüllü, keyfi yapılan yardım sosyal hak anlayışını zedeler.Fakat bunun dışında düzenli olarak açık ve şeffaf bir şekilde hukuki zemin ölçütünde yapılan yardım hak temelli sosyal yardım olarak değerlendirilebilir.

Sosyalist sol zaten Türkiye’ de yukarıdaki anlattığım virajların da etkisiyle zaten bin parçaya bölünmüş durumda bugün sosyalistlerin yapması gereken somut politikalar üretmek o küflenmiş sloganlaşmış siyaseti bir kenara atmak olmalıdır.Ancak bu şekilde kendini ifade edebilir ve sosyalizm içerisinde kendi iç tutarlılığını, sisteme olan alternatifliğini meşru kılabilir. Bunu yaparken de sırça köşkü siyasetiyle hakltan kopuk bir dille değil bizati halka anlatabilecek seviyeye indirgemek durumundadır. Bu kolay değil tabi ki ! Bu bir süreç işi…

İslamı bugün ılımlı şekle sokmaya çalışmaktadırlar. Fakat nedir bu ılımlı İslam? Kuran’ ı baz alacaksak bu mümkün değildir. Mesela Ali İmran suresi 7. ayette şöyle der ; “Kitap’ı sana indiren O’dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap’ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap’ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır.” derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.” Anlaşılacağı üzere Kuran’ ın bazı ayetlerini kabul edip bazılarını kabul etmemek olmaz. Müslümanım diyen Kuran’ ın her sesini kabul etmek durumundadır. Farz edelim ki bazı ayetleri uygulamadın… Bakın o zaman da ne diyor (Bakara Suresi 85. ayet) ; “Şimdi siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? İçinizde bunu yapanın cezası dünya hayatında rezillik, kıyamette ise azabın şiddedisidir.” Yani azıcık ucundan Müslümanlık olmaz ! Sonuç olarak ılımlı ve müslüman kelimeleri oksimoron duruma düşer. Müslümanın; ılımlısı, uçanı, kaçanı olmaz !

İslam’ da bir değişiklik, reformlar, yenilik, güncelleme var mı da bazı müslümanlar kendileri ılımlı hale sokuyorlar ? Teolojik anlamda İslam yine İslam… Kuran yine Kuran… İslam, kadınları (hafifçe) dövmekten vaz mı geçti? Kadına mirasın üçte birini vermekten vaz mı geçti? İçki yasağını mı kaldırdı? Yeni bir kitap mı indi? … Bunlar koca bir yalan !

İslam’ ın hakim olduğu coğrafyaya baktığımızda, içlerinde burjuva demokratik devrimini yapmış olanlara, bunların tüm kurum ve kuruluşlarında demokrasi kavramından bahsemedeyiz.Olamazda ! Çünkü Avrupa’ daki hareketleri bu coğrafyada göremeyiz. Avrupa kiliseyle 500 yıl savaşarak, din olgusunu siyasetin dışına atmıştır. İslam coğrafyasında bu hareketten bahsemeyiz. Kaldı ki bugün İran’ da bile islam yaşanılmıyor… Eskiden başını yeteri kadar kapatmayan kadınlar kırbaçlanırken bugün para cezası veriliyor.İran hakkında bir kaç bilgi daha verebilirim sanırım; Horosan’ da 3600 kadın intihar ediyor, Tahran’ da günde 500 kg uyuşturucu kullanılıyor, gençler arasında fuhuş %65, İranlıların %75′ i namaz kılmıyor… Bu pencereden bakıldığında ne din kazanır, ne siyaset, ne de insanlar… Bir tek mollaların keyfi gıcır…

Gerçekten de halihazırda çarpık olan sosyal devletin tamamen lağvedilme sürecinde cemaat ağları ve sadaka dernekleri önemli rol oynuyor. Bu yapılar hem olası bir sosyal patlamayı sübvanse ederken hem de dinsel bazı söylemleri yayarak toplumun bağnazlaşmasına ve siyasal İslam’a oy deposu açılmasına yardımcı oluyor. Yurttaşlık bağlarını güçlendiren ortak hizmet alma-verme kültürünün yerini herkesin kendi cemaatinin okuluna, hastanesine gittiği bir parçalı yapı alıyor.

Siyasal İslam’a ve neo-liberalizme karşı mücadelede emekçi katmanlarla buluşamadıkça bu çarkı tersine çevirmek mümkün olmayacak. Gücünü tabandan, toplumsal alandan, emekçilerden almayan, kendisine ilerici süsü veren hiçbir hareketin başarı şansı yok.

AKP, dini kullanarak sadaka sistemiyle insanlara biat kültürünü oluşturuyor. İnsanların isyan etmesini önlüyor. Böylece kapitalizme olan bağımlılık artıyor.

Bugün siyasal İslam’a ve toplumda kök salan gericileşmeye karşı durmadan, sol politika üretilemez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder