Neden mücadele etmeliyiz?

Toplumda mücadele eden birileri varsa, haklarınızı elde etmek işin mücadele ediyorsanız, bir şeylerin değişebileceğine inancınız varsa ve o inancı da hayatınızla destekliyorsanız süreç sonunda o toplumun geleceğine dair, son derece güçlü, güvenli ve bir o kadar da umutlu fikirleriniz var demektir.

Bugün öyle ya da böyle eksikleri, yanlışları çok olsa da, sonucunda hala ceza ile karşılaşılsa bile en azından dünümüze, geçmişimize, tarihimize bakacak olursak yaşadığımız dönemde bir çok şey’ i konuşup kısmen de olsa tartışmaya açabiliyoruz.

Tabi ki bu, şu ya da bu iktidarın veya dünya çapındaki gelişmelerin Türkiye’ ye yansıması sonucu değil, bizzat bu topraklar üzerinde, bu konularda bedeller ödeyen, mücadele eden insanların emeğiyle oluşmuştur. Türkiye’ deki bu zeminin oluşmasında bu mücadeleyi yapmış insanların payı büyüktür. Sonuçta mücadele edilmeyen hiç bir hak verilmez. Sen, sonuna kadar direnirsin ve elde edersin.

Bu, sadece Türkiye’ ye özgü bir durum değil, Dünya’ ya tarihsel açıdan baktığımızda da bunun hep böyle olduğunu görürüz. Ezilenlerin, yoksulların emekleriyle, mücadeleleri ile haklar kazanılmıştır. Bugün hala eksikleri olmasına rağmen hiç bir hakkı hiç bir zaman egemen sınıf vermemiştir. Ezilen kesim bedeller ödeyerek kazanmıştır.

Günümüzden yaklaşık 150 yıl kadar önce, dünyanın birçok ülkesinde işçiler günlük 16-18 saatlere varan sürelerde çalışıyordu. Bugün bu süre 8 saate indirildiyse bunlar işçilerin mücadeleleri sonucunda olmuştur. O dönemlerde işçiler ağır koşullar altında ve sağlıksız ve güvencisiz koşullarda çalıştıkları için ortalama 40’lı yaşlara geldiklerinde ölüyorlardı. Talepleri günlük çalışma sürelerini 8 saate indirmekti. O dönemde 8 saat calışma süresi için mücadele eden işçiler, bazı ülkelerde talep ettikleri haklara kavuştular. Örneğin 1848’ te Yeni Zelanda’da, 1855’ te Avustralya’ da kimi işçiler mücadeleleri sonucunda o dönemde 8 saat çalışma haklarını elde ettiler. Örgütlendiler, dernekler kurdular, grevler yaptılar, işverenlerin zor yaptırımlarıyla karşılaştılar, egemenlerin zor aygıtları karşısında direndiler, işlerinden atıldılar, gerektiğinde canlarından oldular ama neticede talep ettikleri hakları elde ettiler.

Konuyu sadece işçilerin ekseriyetinde de görmemek lazım. Bu konu geneldir ve bir çok konuda aynı felsefe geçerlidir. Mücadele eden kazanır.

Çok değil 15-20 yıl öncesinde bile Türkiye' de İnsan Haklarına küfür ediliyordu. Bugün "ileri demokrasi" diyenler demokrasiyi aşağılıyordu...

Ülkemizde bu dönemde halk mücadeleleri, toplumsal muhalefet tabanında gün geçtikçe artan bir pay ediniyor. Bir çok grup çeşitli konularda daha hak için mücadele ederken, hak arama taleplerinin politik bir içerik de kazandığını görüyoruz.

Bir bakıyorsunuz “kentsel dönüşüm” adı altında AKP tarafından uygulanan talana karşı evlerini yıktıkları mahalle sakinlerinin ağzında “barınma hakkı” mücadelelerini görüyoruz.

Bir bakıyorsunuz 4-C düzenlemesine karşı TEKEL işçileri “güvenceli iş hakkı” diyerek aylarca Ankara soğuğunda kar, kış demeden mücadelelerini sürdüyor.

Bir bakıyorsunuz “sağlık hakkı” adı altında tabipler, sağlık personelleri, hastalar, hasta yakınları beyaz eylemler düzenliyor.

Bir bakıyorsunuz işsizlikten bunalmış ataması yapılmayan öğretmenler “çalışma hakkı” adı altında çeşitli eylemlerde bulunuyor.

HES yapılanması karşısında “su hakkı”, doğanın tahrifi karşısında “çevre hakkı” , otobüs ve metro duraklarında söylenen “ulaşım hakkı”, bilimsel ve özgür üniversite için “eğitim hakkı”, sağlıklı koşullarda “yurt hakkı”, ana dilde eğitim hakkı vs.vs. liste uzatılabilir. Mücadele, geçmişte olduğu gibi bugünde birçok konuda çeşitli zaman ve mekanlarda sürdürülüyor ve bunun karşısında bazı haklar elde ediliyor.

Belkide yazının başındaki “mücadele eden kazanır” tümcesini şimdi kurmam gerekirdi. Bu mücadeleler Başbakan’ ın ya da egemenlerin dediği: “Birkaç marjinal grubun işi” kapsamında değildir. Bugün Arap coğrafyasında da halkın hak mücadelelerini görüyoruz. Egemenler çıkıp : “Birkaç marjinal grubun işi” diyor. Türkiye’ de de ezilenlerin, emekçilerin mücadelelerini, bizim egemenlerimiz öyle görüyor.
Bu direnişler, tepkiler, eylemler, mücadeleler bir insanlık sorunudur ve insanların vicdani bir iç muhasebelerinin sonucudur.


İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ ni 1948’de kaleme alan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun yaşayan tek üyesi Stephane Hessel gençlere sesleniyor ve “öfkelenin, isyan edin” diyor. Öfkeyi ve isyanı, insan olmanın en önemli şartı olarak görüyor.

Ait olmaktan gurur duyabileceğimiz bir toplum yaratmak için mücadele etmeliyiz. Hak taleplerimizin sonuna kadar arkasında durmalıyız.

1 yorum:

  1. yazıyı çok beğendim,bence facebook'ta sayfası olmalı bu bloğun

    YanıtlaSil